Kötülük Problemi Ve Gölge Tarafımız

Kötülük problemi içinden çıkılamayacak bir konu. Netleştirilebilse bile çözülüp bir kenara bırakılabilecek bir konu değil. Yaşam devam ettikçe kötülük var olacak. Kötülük problemi yani kötülüğün neden var olduğu sorusuna tarih boyunca çeşitli filozoflar ve dini ekoller cevap vermeye çalışmışlar.

Kötülük neden var? Her şeyi Tanrı yarattıysa ve Tanrı iyiyse kötülük nasıl var olabilir? Teodise olarak felsefe literatüründe kavramlaşmış kötülük problemi hakkında çok önemli filozoflar açıklamalar yapmışlar. Kimi filozoflarca bu problem bir yaratıcının yokluğunun kanıtı olarak görülmüş. Kimi ise bu dünyanın mümkün olabilecek en iyi dünya olduğu görüşünü savunmuş.

Kimileri kötülüğün Tanrıdan değil maddeden olduğunu söylemiş. İyi ve kötünün göreceli olduğu ve aslında bu kavramların anlamsız olduğu da söylenmiş. Aynı karmaşa dualist dinlerin (hem iyi hem de kötü bir yaratıcının olduğu dinler), ortaya çıkmasına da kaynak olmuş olabilir. Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için kötülük problemi, yaklaşımlar ve eleştiriler isimli makaleye göz atabilirsiniz.

Bu yazıda kötülük problemine girmeden, konuya Carl Gustav Jung açısından değineceğim. Jung bu konudan bahsederken konuya dinleri dahil ettiği için semavi dinlerin kötülük problemine bakışı hakkında pek de sağlam olmadığını düşündüğüm kaynakları kullanacağım. Jung sanıyorum Hristiyanlığın kötülük problemini anlayamamasından bahsetmektedir. Jung’ın kötülük problemi hakkında Dört Arketip kitabındaki şu açıklamalarına bir bakalım.

Batı ruhen o kadar büyük bir çöküntü içindedir ki, zaten yuttuğu kötüden sonra iyiyi de ele geçirmek için, insanın buyruğuna girmeyen ve de giremeyecek olan ruhsal gücü, yani Tanrı’yı yadsımak zorundadır. Nietzsche’nin Zerdüşt’ü nün bir de psikolojik açıdan dikkatle okunmasını öneririm. Nietzsche, tanrısı ölen ve tanrısal paradoksu ölümlü insanın dar kılıfına hapsettiği için yıkılan “Üst-İnsan”ın psikolojisini eşine az rastlanır bir tutarlılıkla ve gerçekten dindar bir insanın tutkusuyla tasvir etmiştir. Bilge Goethe, “Üstün insanın nasıl bir dehşete kapıldığını”{22} elbette fark etmiş, fakat bunun karşılığı, eğitimli cahillerin kibirli tebessümü olmuştur.

Fakat Hıristiyanlığın en yetkili temsilcilerinin bile din bilgisinin temellerini kavrayamadıklarını açıkça itiraf ettikleri bir dönemden ne beklenebilir ki?

Hristiyanlık ve kötülük problemi

Burada Hristiyanlığın kötülüğe bakışına bir göz atalım. Konuyu bir Hristiyanla konuşmadım fakat internette bulduğum kaynaklara göz attım. Hristiyanlar anladığım kadarıyla tanrının yarattığı her şeyin iyi olduğuna ve kötülüğün kaynağını Adem ve Havva’nın yasak meyveyi yemesine bağlıyorlar. Tabii benim burada alıntısını yaptığım kaynak Hristiyanlığın tamamının kötülük problemine bakışı değildir. Tüm dinlerde bu konuya verilen cevaplar ekolden ekole değişebilir.

İncil’deki yaratılış bölümünde dünyanın yaratılışı anlatıldıktan sonra şu cümle geçer: “Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü.”

Tanrı kötülüğü yarattıysa, Tanrı hem iyi hem de kötü olmalıdır. Ve Tanrı hem iyi hem de kötüyse nihai olarak iyiliğin kazanacağıyla ilgili umudumuz olmazdı. Tanrı kötülüğün kaynağı olsaydı, kendisinin de kötü olması gerekirdi. Eğer Tanrı kötü olsaydı insanın eski gönencine kavuşması ve kötülüğe tutsaklığı konusunda bir dayanak olmazdı. Nasıl mı? Tanrı’nın doğasında kötülük olsaydı Tanrı bizleri kötülükten kurtaramazdı. Tanrı yarattığı her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Bu nedenle, kötülük varsa, kaynağı Tanrı dışında bir şey olmalıdır.

Jung’ın Nietzsche’de de gördüğü Hristiyanlığın kötülük problemini anlayamayışı bunla ilgili olmalıdır. “Uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar.”

Yahudilik ve Kötülük Problemi

Jung kötülük problemini ele alırken Hristiyanlık hakkında örnek veriyor fakat diğer semavi dinler hakkında bilgi vermiyor. Jung’ın kutsal kitapları okuduğunu biliyoruz. Jung’ın Yahudiliği iyi bildiği halde bu sorunla ilgili bu dinden bahsetmiyor oluşunu merak edip konuyu araştırdım. Yahudilik kötülük problemine başka bir açıdan bakıyor. Hristiyanlıktaki şeytan Yahudilikte daha farklı.

Kötülük kavramı şeytana mal edilmeden kötülüğün kaynağını nasıl açıklıyorlar? Yahudiler bu konuda sanıyorum Jung’ın düşüncesine daha yakınlar. Tabii ben bu konuda bir Yahudi ile görüşmedim. İnternetten okudum. Biriyle görüşmüş olsam bile sadece belli bir ekole ait düşünceyi duyacak olmam olası. Bu alıntı da tabii ki kötülük problemi hakkında Yahudilerin tamamının ne düşündüğünü ifade etmez.

Tevrat’ta Tanrı ile Şeytan arasındaki ilişkiyi, Satan’ı her insanın ruhunda Tanrı tarafından gömülmüş bir düşman olarak düşünerek anlayabiliriz. Nefis gibi. Yahudilik buna “yetzer hara” demektedir. Hristiyanlığın Şeytanı gibi fiziksel bir varlık yerine, yetzer hara insanlığın günahkar doğası için bir metafordur. Aynı şekilde, Yahudi metinleri insanlarda iyi şeyler yapmak isteyen bir eğilim olduğunu da söyler. Buna da “yetzer hatov” denilmektedir.

Kötülük Problemi ve C. G. Jung

Jung bizim kötü sayılabilecek doğamızı masallardan ve mitlerden örnek vererek “gölge” yanımız olarak tanımlar. Bu gölge hep bizledir ve o bizim diğer yanımızdır. Onu kabullenmedikçe kötülük problemini anlayamayız. Bu yüzden gölgemizin farkında olmalıyız ve ne olduğunu anlamaya çalışmalıyız. Ursula K. Le Guin, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar kitabında gölge yanımız hakkında şunları söylüyor:

Bilince kabul edilmeyen gölge, dışarı, ötekilere yansıtılır. Benim bir kusurum yok – sorun onlar. Ben canavar değilim, diğerleri canavar. Tüm yabancılar kötüdür. Tüm komünistler kötüdür. Tüm kapitalistler kötüdür. Ama kedi tekmeyi hak etmişti Annecim. Eğer gerçek dünyada yaşamak istiyorsam, bu yansıtmalarımdan vazgeçmek zorundayım; nefret edilesi olanın, kötünün içimde olduğunu kabul etmeliyim. Bu kolay değildir. Suçu başkalarına atamamak çok zor. Ama buna değer.

Eğer birey, diyor Jung, “kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse, dünya için gerçek bir şey yapmış olur. Günümüzün devasa, çözülmemiş toplumsal sorunlarının hiç olmazsa minicik bir parçasını sırtlanmayı başarmıştır.”[4] Dahası, o birey gerçek birlikteliğe, kendini bilmeye ve yaratıcılığa doğru adım atmış, büyümüştür. Çünkü gölge eşikte bekler. Onun bilinçdışının yaratıcı derinliklerine giden yolu tıkamasına izin verebiliriz, ya da bizi elimizden tutup o derinliklere götürmesine razı oluruz. Çünkü gölge, basitçe kötü değildir. Aşağılık, ilkel, sakil, hayvansı, çocuksudur; güçlü, canlı ve spontanedir. Kuzeyden gelen okumuş genç adam gibi zayıf ve nezih değildir; kara, kıllı ve yakışıksızdır, ama onsuz kişi hiçbir şeydir. Gölgesi olmayan bir gövde nedir ki? Hiçbir şey, bir biçimsizlik, iki boyutlu bir çizgi roman karakteri. Kötülükle olan derin ilişkimi inkâr edersem, kendi gerçekliğimi de inkâr etmiş olurum.

Konuyla ilgili kaynaklarımı yazıda belirttim. Hristiyanlık ve Yahudilik hakkında yaptığım alıntılar ilgili sitelerdendir, yanlış olabilir. Konuyu İslamiyet açısından ele almayı gereksiz buldum. Okuyucu bunu az çok biliyor olacaktır. Biz hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanırız. Farklı yorumlar söz konusu olsa da genel kabul budur.

Konu başındaki görsel Batman’in paralel evrendeki karşılığı Owlman ile mücadelesiyle ilgili. Owlman Batman’in gölgesinin baskın olduğu halidir. Biraz ilişkili geldi bana.

Bir cevap

  1. Kötülük problemi çeşitlendirilebilecek bir alan. Kötülüğü kendimize konduramadığımız için onu dışarıda arıyor olabilir. Komunistler burjuva sınıfını, faşistler azınlıkları, bazu feministler erkekleri, dinler diğer dinleri, hattam mezhepler mezhepleri kötülüğün kaynağı olarak görüyor olabilir. Kötülük arayışı mikro düzeyde de devam edebilir. Alt mahallenin kötü olması, komşunun kötü olması gibi. Fikir yürütmek için güzel bir alan.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.068 aboneye katılın
%d blogcu bunu beğendi: