Descartes ruh ve beden daha doğrusu bir akıl ve beden ayrımı yaparak hata yapmıştı. Akıl ile bedeni birbirinden farklı şeyler olarak görüyordu. Bedenin bir bütün halinde aklı etkilediğini ya da aklın tüm bedenin bir sonucu olduğunu düşünmüyordu. Bu anlayış elbetteki tarihsel ruh ve beden ayrımıyla ilgilidir. Bir bireyi olduğu kişi yapan değişmez bir öz olup olmadığıyla ilgili arayış insanlığı en çok meşgul eden konulardandır.
Akıl ve bedenin birbirinden farklı şeyler olduğu ya da olabileceği düşüncesi bilimciler arasında pek kabul görmüyor fakat insanların sevdiği ve ilginç bulduğu bu tema sinemacılar tarafından sıklıkla kullanılıyor. Bedenlerin değişmesine dayalı filmler hem eski hem de yenidir. Netflix’te yeni çıkan dizi ve filmlerde bile kişinin bedeninden sıyrılarak daha iyi bir bedene geçmesi ve o kişinin yerini alması teması sıklıkla kullanılıyor.
Behind Her Eyes dizisi en saçma şekilde bu temayı kullanmıştı. Travelers dizisi tamamen beden değiştirme üzerine. Yine iyi bir dizi olan Altered Carbon dizisinde mafya lideri başka bir bedene geçerek liderliğini kurnazca devam ettiriyordu. Sinema üzerinde ise bence Charlie Kaufman çok iyi bir örnektir. Yönetmenin son filmi olan I’m Thinking of Ending Things filmi hem izlediğim en iyi filmlerden biriydi hem de yönetmenin izlediğim filmleri arasında en iyisiydi.
Anomalisa, Being John Malkovich ve I’m Thinking of Ending Things
I’m Thinking of Ending Things filmi bence yönetmenin düşünsel tekamülünün son noktasıdır çünkü akıl, beden ve bellek meselesine yönetmenin bakışı önceki filmlerinde hatalıdır. Yönetmen de insanlığın binlerce yıldır aradığı şeyin peşindedir. İnsanı o yapan ve hiç değişmeyen bir öz var mı? Bizi biz yapan, kişiliğimiz dediğimiz şey nedir ki bizi diğerlerinden ayırsın ve hep orada olduğundan emin olalım?
Anomalisa filmi ve Being John Malkovich filmleri düşünsel olarak I’m Thinking of Ending Things filminden geridedir. Anomalisa’da baş karakter herkesin herşeyin aynı olduğu bir aynılık denizinde boğulmaktadır. Aynı olmayanı, şahsi olanı arar ve birini diğerlerinden ayırdığını sanan bir özelliği bulduğunu sanır ve onun peşinden gider. Sonrası spoiler olacağından devam etmeyeyim fakat yönetmen işin nereye gideceğini sanırım doğru okumuştur.
Being John Malkovich ise yine kişiliğin sınırlarını, ben denilen şeyin nerede başlayıp nerede bittiğini sorgulayan bir filmdir. Kişiler John Malkovich’in bedenine girip onun sahip olduğu imkanları deneyimlerler. Bu da yine bizi baştaki yanlışa yani akıl ve beden ayrımına getirir. Bireyler başkalarının bedenine kendi zihinleriyle dahil olurlar.
Filmde başka mantıksızlıklar da vardır mesela. John Malkovich’i kendi bedeni içinde beğenmeyen ama başka biri o bedene girince beğenen bir karakter vardır. Halbuki bu eşleşme işleminin onlarca altsistem tarafından verilen kararlarla ve çoğunlukla kokularla ilgili bir mesele olduğunu biliyoruz. Akıl ve bedenin birbirinden ayrı olduğunu düşünmek bu hatalı sonuçlara yol açmıştır. Elbette bu bir makale değil bir film ve seyirciler tarafından sevilmesi gerekiyor. Yönetmen bunları gözetmek durumundadır.
Meet Joe Black ve bellek çıkmazı
Akıl ve bedeni birbirinden ayıramıyorsak o değişmeyen özü arayacağımız belki tek yer kalmıştır, o da belleğimiz. Bu hafıza neden var ve bu yaşananlar neden yaşandı. Meet Joe Black (1998) yine bir bedene yerleşen başka bir zihinle ilgili. Fakat burada bence filmi çok güzel yapan kişilik ve bellek arasındaki göz ardı edilmeyen ilişkidir. Diğer beden değiştirme filmlerinde de tema aynıdır. Bir zihnin yaşadığı şeyleri diğer zihin hatırlamamaktadır. Beden işgalcisinin yaptıkları bedenin asıl sahibi tarafından hatırlanmaz.
İnsanı biricik yapan değişmez şeyin ne olduğu konusunda bir fikrimiz olmasa bile yazarların bunun bellekle ilişkili olduğunu düşünüyor olmalı ilginçtir. Çünkü ancak bellek aktarıldığında kişi aynı kişi olduğuna ikna olabilmektedir. Hayatımız ve her gün zayıflayan belleğimizin bizi biz yapan şey olması belki de ne kötü talihtir. Hele ki ben diye bir şey yoksa…
Bir Cevap Yazın