Terry Eagleton’ın Postmodernizmin Yanılsamaları kitabını bitirdim dün gece. Özne üzerine bir bölüm vardı. Yeni bir şey yok aslında, özellikle kitabın 1996’yılında yazıldığı düşünülürse. Nöropsikolojinin son bulguları özne ya da beden üzerine daha çok şey söylese de tıpkı uzaya gönderilen yeni bir teleskopun bildiğimizden çok bilmediğimiz şeylerin boyutunu büyütmesi gibi bir etki yapıyor. Beden, kültür ve doğa arasındaki menteşedir Eagleton’ın ifadesiyle. İlginç bir şekilde hem somut hem de soyuttur bu yüzden.
“Bir bedene sahip olduğumuzu söylemek doğru değildir ama bir beden olduğumuzu söylemek de doğru değildir.” Harika bir cümle bu. Ne benim bedenim var diyerek kendimizi bedenden fazlasına sahip olarak görebiliriz. (Bir ruh ya da bedeni de aşan bir üstbilişimiz olduğunu söyleyemeyiz.) ne de bütün benliği gövdeye indirgeyerek sadece bundan ibaret olduğumuzu söyleyebiliriz. Lacancı psikanaliz özneyi, göstergeleri deneyimleyen ve gösterenlerin sürekli ihanetine uğrayan, kendisinin ve başkalarının arzusunda dilsel olarak var olan sürekli değişen bir yapı olarak görecektir. Sabit değildir, başkalarının inşasıyla ortaya çıkar değişkendir ve “fallusu” takip eden bir yapıdır. Fallus kabaca arzu, biraz daha incelikli olarak, arzuyu ortaya çıkaran sembolik eksikliktir. Bir anlamda arzunun kumaşıdır.
Terry Eagleton bu konuya değinmeden devrime olan umudun yitirilmesiyle sabık Lenisistlerin sertifikalı Lacancılar olduğunu ifade eder. Sanırım bunu istihza ile söyler. Eh artık yapacak çok bir şey kalmamıştır geriye kalan ne yazık ki fallus üzerinden özneyi tanımlamaya çalışmaktır. Buradaki istihzanın nedeni öznenin gerçek problemlerinin bir yana bırakılarak onun kaygan, belirsiz ve sürekli değişken doğası üzerinde durulmasıyla ilgili olmalıdır. Özne için işsizlik, gıda ve barınma sorunu, saygınlık ihtiyacı gibi temel problemler çok ciddi sorunlara yol açmaktadır. Sonu intihara bile gidebilen büyük sorunlardır bunlar ve bunlar değiştiğinde özne “iyi hal” durumuna geçer. Bugün devrim umudunun kalmamasıyla artık özne ancak fallus üzerinden konuşulabilen bir yapı haline gelmiş olmalıdır.
Non Player Character ve Öznenin İradesi
Özne ya da gövde üzerine, benlik, bilinç, düşünme ve özgür irade üzerine yeni ne söylenebilir şuan için bilmiyorum. Yine de dikkate değer olan bir şey var.(Yaralarım benden önce de vardı.) Öznenin tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz o bir karanlık kıtadır ve özneye ulaşmanın arka kapıları vardır. Bilinçaltı süreçler anlamadığımız şekilde hayatımızı yönlendiriyor olabilir. Bu etkiler kısmi de olabilir. Sözgelimi madde bağımlılığı öznenin çözülmesini sağlar. İradesini ortadan kaldırır ve normalde yapmayacağı davranışları yapmaya başlar özne. Bunun yanında kişinin madde bağımlılığına bilinçaltı süreçler nedeniyle eğilimli olduğunu söylemek durumu daha da karmaşıklaştırır. Özne bazı duyguların ya da bazı bilinçaltı süreçlerin etkisi altında aslında iradeden yoksun kalabilir ya da en baştan beri öyledir.
“Lanetliler ölemezler çünkü onlar ölecek derinlikten yoksundurlar.” Eagleton’ın başka bir cümlesi bu. Bu cümleyi günümüz npc (non player character) kelimesi üzerinden ele alarak öznenin bir iç iradeden yoksunluğunu anlatmak için ele alalım. Bir bağımlı ister madde ister toksik ilişki olsun, iradesini bilinçaltı süreçlere teslim etmiştir ve artık öznenin varlığından bahsedilemez. Özne bu durumlarla ilgili derin bir yüzleşmeye giremez çünkü artık ortada yüzleşecek bir özne kalmamıştır. Hayatla kurulan sığ bir ilişki vardır artık sadece. Bu özne artık ölemez de çünkü ölmek için ortada bir özne olması gerekir. Dahası ölmek için önce var olmak gerekir.
Özne olmadığına göre artık ortada gerçek anlamda bir seçim de yoktur. Özgür irade felsefi olarak zaten bir sorun olmakla birlikte lanetlenmişler için artık özgür iradenin ihtimali de kalmamıştır. Ortada etik seçimler ya da gerçek kararlar yoktur. Oyunların oyuncusuz karakteri gibi sadece “devinen” bir gövde vardır artık. Seçimleri içsel bir derinlikten yoksundur. Bu süreç teolojideki nefsin insanı ele geçirmesiyle benzerlik gösterir. Fallusun peşinde heba olan özne artık kendi var oluşunun zararına işlere girişir. Özne nefsine hakim olamazsa onun peşinde heba olur ve nefsinin emrini yerine getiren bir “kabuğa” dönüşür. Npc kavramını bu kadar benimsememizin altında bu gerçeği hissediyor oluşumuz yatıyor olabilir. Sadece hırsları olan derinliği olmayan özneler ya da hayatın sadece isteme olarak yarattığı insanları görünce onlarda bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor ama dile getiremiyor olabiliriz.
Bir Cevap Yazın