J. J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi meşruiyetin kaynağı ve demokrasinin gelişimi açısından önemli bir belgedir. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’ne gelmeden önce toplum sözleşmesi kavramı üzerinde durmak gerekir. Toplum sözleşmesiyle birlikte devletin kaynağı, meşruiyet sorunu ve egemenlik anlayışında çok önemli değişiklikler ortaya çıkar. Toplum sözleşmesinde siyasal iktidarın kaynağı tanrı değil, sözleşmeyi yapan bireylerdir. Sözleşme ile iktidarın kaynağı artık insanların iradesi olmuştur.
Toplum sözleşmesinde en önemli unsur her koşulda devleti oluşturmak değil, bireylerin kimi menfaatlerini güvence altına alma amacıyla devleti oluşturmaktır. Toplum sözleşmesi gereği insanlar “haklarını koruma hakkını” kendilerinden üstün bir güce devrederler ve herkesin özgür olabilmesi için özgürlüklerinden (hukuk kurallarına uyma yoluyla) taviz verirler.
J. J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi şu ifadelerle başlar:
İnsan özgür doğar; ama her yerde zincirlere vurulmuştur. Kişi başkalarının efendisi olduğunu düşünebilirse de, onlardan daha fazla köle durumuna düşmektedir. Bu değişiklik nasıl oluştu? Bunu bilmiyorum. Bunu ne meşrulaştırabilir? Sanıyorum ki, bu soruyu yanıtlayabilirim.
Evet, Rousseau’nun buna yanıtı “halkın genel iradesi” olacaktır.
Rousseau toplum sözleşmesini önerirken doğal durumdaki insana, yani devletler kurulmadan önceki insana bir bakar. Bu insan Hobbes’ta olduğu gibi başkasına zarar verme eğiliminde olan bir insan değildir. Bu dönemin insanı mutlu ve kendi kendine yeten bir insan olarak altında yattığı ağacın meyvelerinden beslenerek yaşamını sürdürmeye çalışır.
Rousseau böylece doğal durumu ülküleştirir. Çünkü bu dönemde insanlar arasında eşitlik ve onun yarattığı doğal özgürlük vardır; bunu bozacak hiçbir şey yoktur. Eşitsizlik sorunu toprağı işleyecek aletin ortaya çıkması, sonra da mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte doğmuş ve insanların mutluluğu sona ermiştir. Çünkü toplumda artık akıl egemendir ve akıl yoluyla mülk edinme durumu vardır.
Doğal durum iyidir ama toplum haline gelmek de kaçınılmazdır. Eşitlik bozulmuştur ama bu eşitliği ortadan kaldırmak ve insanlar arasında yeniden özgürlüğü ve eşitliği sağlayabilmek için bir sözleşme gerekir. Kişinin kendi koyduğu (katıldığı) kanunlara uyması özgürlüktür. Toplum durumu aslında eşitsiz bir durumdur ama toplum sözleşmesi sayesinde herkesin egemen irade üzerinde eşit payının olmasıyla eşitsizlik bir ölçüde giderilebilir. Kişi tüm haklarıyla birlikte kendini topluma devredince hem yöneten hem de yönetilen konumuna gelmektedir.
Ancak Rousseau’da toplum sözleşmesi oy birliği ile olur ve buna katılmayan bireyler artık yabancı muamelesi görür. Temsili demokrasiyi “seçilmiş aristokratlar” olarak gördüğünden olumlu bakmaz.
Rousseau’nun egemeni değişik bazı özelliklere sahiptir. Egemen bölünmez, devredilmez ve yanılmaz. Ancak buradaki genel iradenin yanılmazlığı kimi zaman çoğunluk diktasına yol açabilir. Rousseau’nun öğretisinde genel irade çoğunluğun iradesine indirgenmiş biçimde yorumlandığından bu sayısal çoğunluk ciddi sakıncalara yol açabilir Nitekim bu sakıncalar nedeniyle günümüz demokratik rejimlerinde yasama organının çoğunluğunun çıkardığı kanunlara karşı yargısal denetim yapılmaktadır.
Rousseau’nun genel irade kuramı, hem demokratik hem de otoriter hatta totaliter yorumlara elverişlidir. Nitekim hem Fransız Devrimi’nde burjuva demokratik düşünürlerini, hem de otoriter bir devlet anlayışı geliştiren Hegel’i ve hem de çoğunluk oyuyla iktidarı ele geçirip totaliter yönetim kuran Hitler ve Mussolini’ yi etkilemiştir.
Bu eleştirilere rağmen Rousseau’nun toplum sözleşmesi sonucunda oluşturduğu devlet düşüncesinin en önemli özelliği egemenliğin kaynağının halk olmasıdır. Düşünürün en önemli amacı ve katkısı “demokratik halk hükümranlığı” doktrinini meydana getirmek olmuştur.
“Bu düşünceleriyle Rousseau bütün çağdaş demokrasilerin bir bakıma öncüsü olmuştur. Rousseau, Rönesans’tan beri gelişen Avrupa kültürünü irdelemiş ve bunun olumsuz yanlarını eleştirmiştir. İnsanlık kültürünün göz kamaştıran bir gelişme ve ilerleme içinde bulunduğuna inanan bir çağın ortasında Rousseau; bu kültürün insanı gerçek doğasından soyutladığını, duygunun raftan kaldırılarak bütün değerlerin akla göre biçilmesiyle insanın gittikçe bir mutsuzluk içine itildiğini savunmuştur.
Rousseau’nun felsefesi, duyguyu insan yaratılışının temel gerçeği olarak ileri sürmekle, akla büyük inanı ve güveni olan “Aydınlanma”da çok önemli bir değişmenin göstergesi olmuştur. Bu bağlamda, Rousseau’nun Aydınlanma felsefesini sona erdirecek, hiç olmazsa sarsacak anlayışların başlıca kaynaklarından birisi olduğu söylenebilir.
Rousseau’nun düşüncelerinin uzun süre etkinliğini sürdürmesinin temelinde neden olarak, yazarın özgürlük ve eşitlik düşüncesine verdiği önem yatar. Yazar, insanların en önemli varlıklarının özgürlük olduğunu, özgürlükten caymanın insanlıktan caymakla özdeş olduğunu; özgürlüğü elde etmenin güç olmasına karşılık onu bir kez yitirdikten sonra elde etmenin artık olanaksız olduğunu vurgulamıştır.”
J.J. Rousseau’nun düşünceleri demokrasinin yerleşmesinde etkili olmuştur. Fransız İhtilali’ne yol açan isimlerden biri olacaktır. Aynı zamanda düşünürün eğitim üzerine düşünceleri eğitim sistemini etkilemiştir. J. J. Rousseau Hobbes’a göre daha özgürlükçü bir toplum sözleşmesi önermiştir. Rousseau gibi John Locke da özgürlükçü bir toplum sözleşmesinden bahsetmiştir.
Yazıyı yazarken DergiPark’ta bulunan bu makaleden faydalandım ben. Aynı zamanda Youtube’da Yale Üniversitesi’nde bir profesörün J. J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi üzerine (arka arkaya) üç dersi var. Özellikle ikinci dersi izlemenizi tavsiye ederim.
Bir Cevap Yazın