Bülbülün Hevesi Gül Üstüne

Gerçekten de “bülbül yok ve de gül yalan” ise bile elden ne gelir diye sormuşum yıllar önce. Çünkü bülbülün ya da gülün olmaması, gerçekliğin bir aldatmaca olması, başka bir fiadeyle bir simülasyonda olup olmamız bizim açımızdan çok önemli değil. Çünkü elimizdeki tek şey olduğu haliyle bu dünya. Dünya bizi fiziksel ve evrimsel olarak biçimlendirdiği için o neyden ise bizde ondanız. Rüyaların yapıldığı maddeden değiliz. Beynimiz bu zaman ve mekanda evrimleştiği için belki de “matrix” dışında var olamayız bile. Bir hakikat varsa bile bu bizim erişemeyeceğimiz bir yerde olabilir. Matrix içinde bulunduğumuz mevcut dünyadır ve bizim dünyayı kavrayışımızın sınırıdır.

Dünyayı duyu organlarımızla indirgenmiş bir şekilde zihnimizde yeniden inşa ederiz ve bizim onu algıladığımız biçimi ile gerçek dünya arasında bir fark olduğunu varsayabiliriz. Sorun sadece dünyayı indirgemek değildir üstelik. Dünyayı hem indirgeriz hem de ona bakarken belli bir istek ve amaçla bakarız. Yani dünya öznenin filtresinden geçerek çarpıklaşır. Renkleri, kokusu, dokusu artık bizim yorumlayacağımız hale gelmiştir ve bu yorum da belli istek ve ihtiyaçlar tarafından çerçevelenmiştir. Özne özgür, önyargısız ya da objektif asla değildir çünkü özneyi inşa eden de bambaşka çevresel koşullardır. En büyük değer yargılarımız bile içinde bulunduğumuz şartlardan geliyor olabilir. Savaş ve kriz dönemleri insanların değer anlayışlarının nasıl keskin şekilde değişebildiğinin örnekleriyle doludur.

Köleliğe bakışımızı düşünelim örneğin. Köleyi mahkumdan ayıran onun toplumsal bağlarının olmasına izin verilmemesidir. Kölenin ailesi, akrabaları, topluluğu yoktur. Hiçbir söz veremezler ve diğer insanlarla sürekli bir bağ kuramazlar. Efendilerinin söylediklerini yapmak zorunda oldukları için başkalarına taahütte bulunamazlar ve arkadaş edinemezler. Köle arkadaş edinemeyen demektir. İngilizce “friend” ve “free” kelimesi aynı kökten gelir. (David Graber & David Wengrow, Her Şeyin Şafağı, Epsilon Yayınevi, İstanbul, 2024, syf:237) Bir insan topluluğunun başka bir insan topluluğunu köleleştirmesi bugün ahlaki olarak hoş görülemez. Bunun yanında geçmişte kölelik çok yaygındır. Hem köleci hem de köle karşıtı toplumlar vardır. Kimi deterministlere göre eğer kölecilik insan toplumuna büyük faydalar sağlıyorsa köleleştirme ahlaki olarak kabul edilebilir görünecektir.

Karıncalar bilmeden severler

Konu kölecilik ya da yamyamlık olsun sosyal mekanizma değişmeyecektir. Bir eylem mevcut sorunların çözümünü sağlıyorsa bir şekilde insanlar bunu meşrulaştıracaktır. Muhtemelen biz sahip çıkmasaydık hep yok olurdu vs diyeceklerdir. Kimi toplumlarda ise kölecilik kabul görmemiştir. Bu toplumlarda köleciliğin toplum refahına anlamlı bir katkı sağlamadığını düşünmek için sebepler vardır. İnsan eylemlerini belirleyen doğa kanunları matrixin kendisinden gelir. Yani olduğu haliyle dünyanın kendisinden. Bunun ardına düşmek muhtemelen neyle uğraştığımızı bile anlamamaktır.

Başlığa dönersek, sorun şudur ki; bülbülün hevesi gül üstünedir. Yani dünyaya bakan insan ona kendi istek ve ihtiyaçlarının penceresinden bakar. Kendi istek ve ihtiyaçlarının üstüne çıkarak ona bir üst bakış atması, insanın kendi varlığını ve duygularını bir kenara bırakarak ne olduğunu anlamaya çalışması belki de mümkün olmayan bir meseledir. Çünkü bülbülü mutlu eden ya da üzen güldür. İnsanın hevesi ise kendi istek ve arzularıdır. Yeme içme, ait olma gibi fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarıdır. Matrixin anlamı bülbül için zaten güldür. Gülün içinde olmadığı bir anlam bülbülü matrixten gelen kodlarına aykırı olacağı için ve gülün yokluğu bülbülün dengesini bozup onu “bozuk” hale getireceğinden bülbül tevazu ile var olan gerçekliğe teslim olmalıdır.

Karıncanın kendi varlığının ne olduğuna yönelik bakışının bir önemi yoktur. Karınca ne kadar zorlarsa zorlasın kendisine ancak bir karıncanın gözünden bakabilecektir. Kendi karınca aklıyla ve karınca gözleriyle. Bu da karınca olmaya yeter. Karınca olmak ya da karınca olup bir ömür sürmek için matrixi anlamasına gerek yoktur. Matrix karıncayı inşa ederken de ona gerekli becerileri vermiştir. Fazlası karınca için mümkün değildir. Bunda bir sorun yoktur çünkü karıncanın dünyasıyla gerçek dünyanın kuralları birbiriyle çelişmiyordur. Karınca dünyayı tanıdığı kadarıyla karınca olabilir. Yoksun kaldığı hakikatin büyüklüğünün bir önemi yoktur. Üstelik bu hakikati bilmek karınca için iyi bile olmayabilir.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.080 aboneye katılın
Şiraz Duvarı
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.