Mitolojide ceza ve intikam Tanrılarının aynı zamanda düzen Tanrıları olmaları bir tesadüf olmamalıdır. Ceza çok basit bir olguyken düzen kaosa denge getirmekle ilgilidir. Her şeyin olduğu gibi mitolojinin de sığ ve derin yorumları vardır. Cezalandırmak istediği insanlara şimşekler yağdıran arada ıskalayıp arada tutturan Zeus, sığ bir ceza tasavvurudur. Tanrılar birini mahvetmek istediğinde ona kötü şeyleri iyi gibi gösterir, anlayışı ise daha derin bir kavrayıştır. Tanrılar cezalandırmak istediklerinde öyle bir cezalandırırlar ki ceza toplumu da yeniden düzenler. Kartlar tekrar karılır.
Tanrılar ve bireylerin cezalandırılması bir yana, bir toplumun yozlaşması ve yaşanmaz hale gelmesinin sosyolojik yasasını düşünmek daha köklü bir tartışma olurdu ama bu, yazının konusu değil. Belki düşündüğümüzden daha “kurnaz” veya “sistematik” bir şekilde toplumların kötüye ve belki düzene gitmesinin bir mekanizması vardır.
Ülke ve şehir değiştiren insanların anlattıklarını bir şekilde dinlediyseniz konu mutlaka oradaki insanların gurbetçilere karşı tutumuna gelir. Irkçılık, insanların kibarlığı, can mal güvenliği ya da özgürlüklere duyulan saygı bir yerin yaşanır olup olmadığının en önemli belirleyicisidir. Örneğin Pakistan’la ilgili bir videoda pazardaki insanlar, muz satmaya çalışan küçük bir çocuğun mallarını yağmalıyordu. Bu türde insanların yaşadığı yerlerde doğal olarak kimse yaşamak istemez. Bir yerin bu hale gelmesinin birden fazla nedeni vardır elbette. Muhtemelen bütün coğrafyalar yeterince uzun süre fakir kaldığında ve otorite boşluğu oluştuğunda benzer durumlar ortaya çıkacaktır. Biz bu sebeplere inmeden yüzeyde kalalım çünkü aradığımız şey yozlaşmanın nedenlerinden çok onun tezahürü.
Tanrılar bir insanı cezalandırmak istediklerinde ne yaparlar? Nemesis bir topluma kurnazca bir ceza vermek isteseydi sanırım cezaları “birbirleri” olurdu. Biraz trajikomik bir durum bu. İş arkadaşının, komşunun, eşinin ya da çocuğunun sıkıntı kaynağı olduğu bir toplum düşünelim. Siyasi oluşumlar, şirketler, esnaf, stklar ve dernekler tarafından enayi yerine koyulma, kamuda her türlü iş zorlaştırma, iş yerinde mobbing, toplu taşımada ve trafikte saygısızlık (belki dayak), evde psikolojik şiddet, çocukta şiddetli şımarıklık, komşuyla soğuk savaş, hak yemekte ya da seni yoksaymakta hiçbir sakınca görmeyen akrabalar… Böyle bir toplum, içinde yaşamanın işkenceye döndüğü, her saati sıkıntı ve stres olan bir hayatı garanti edebilirdi. Herkesin herkes için potansiyel bir sorun olduğu böyle bir toplumda mutlu olmak neredeyse imkansız olurdu.
Tanrılar bir insanı cezalandırmak istediklerinde onun dualarına cevap verir.
Bir haberde orangutanların çok uzun süredir işaret dili ile insanlarla iletişim kurabildiği ama insanlara hiç soru sormadıklarından bahsediyordu. Muhtemelen orangutanlar insanlarla anladığımız anlamda iletişim kurmadıkları için soru falan sormuyorlardı. Yine de bir anlığına bunu gerçek gibi kabul edip üstüne düşünelim. İnsanlık olarak kendimizi çok gelişmiş aşkın bir uygarlık olarak görüyoruz ve her türlü soruyu cevaplamaya hazır ve istekliyiz. Fakat orangutanlar bize soru sormuyor! Hiçbir konuda fikri sorulmayan bir insanın ruh hali üzerine biraz düşünelim. Bakıyor muhtemelen insana. Buna bir şey sormaya gerek yok diye düşünüyor. Neyin cevabını verebilir ki bunlar? İnsan egosu için büyük bir yıkım.
Nezakatin zayıflık olarak algılandığı bir toplum uzun vadede barbarlığa doğru gidiyordur. Barbarlığın iş görmeye başladığı ya da yücelmeye başladığı toplumlar belki de artık cezalarını bulmuşlardır. Bu ceza o kadar inceliklidir ki ceza hem şahsidir hem de toplumadır. Birey diğerleriyle girdiği ilişki nedeniyle cezasını bulmuştur fakat asıl cezası kendisiyle hep birlikte olmak zorunda kalmasıdır. Bencilleşen ya da şımaran bu kişi artık kendisi ve en yakınındakiler için bir cezaya dönüşmüştür. Başka birisi ondan uzak durmayı tercih edebilir fakat ailesinin ve kendisinin böyle bir tercihi olamayacaktır. İnsan neden şımarır? Oscar Wilde, antik bilincin bir anlayışını tekrarlamıştır yukarıdaki sözüyle. Tanrılar bir insanı cezalandırmak istediklerinde önce ona arzu ettiklerini verir ve şımarmasını sağlar. Şımarmak ruhun tekamülünün durması, çocukluğa geri dönüşün başlamasıdır.
Tanrılar bireylerin her istediklerinin olması sayesinde onların şımarmasını sağlıyor dedik. Öyleyse bu diğer yönlü de işler. Hayatımızdaki pürüzler, bizi üzen şeyler, şımarmamızı engelleyen şeyler Tanrısal lütuflardır. Hayatımızdaki zor insanlar, zor durumlar ve kendimizi çaresiz hissetmelerimiz şımarmayı engellediği için tekamül etmemizin araçları olabilirler. Belki ne zaman bir konuda şımarıklık gösterecek olsak bize soru sormayan orangutanları aklımıza getirmeliyiz. Bizle ilgili hiçbir şey ilgilerini çekmiyor. Üstünde durduğumuz büyük meseleler onlar için önem arz etmiyor. Bilime ve sanata olan tutkumuz üstünde durulacak şeyler gibi gelmiyor onlara. Belki de orangutanlar için olmasa bile kozmik ölçekte durumumuz budur.
Peki herşeyin rezil olduğu bir toplumda düzen yeniden nasıl kurulacaktır? Bu ciddiye alınması gereken bir sorudur. Her şey kötüye gittiğinde, daha kötüye gidemeyecek hale geldiğinde ne olur? Coğrafya bir “failed state” olur ve toplum en baştan başlamak zorunda kalabilir. Belki bu noktada ihtiyaç duyulan şey bir Atilla ve büyücü doktor olacaktır. Toplum sözleşmesi zorunlu olarak güçlü otorite az bireysel özgürlük temelinde gelişecektir. Bu sözleşmenin zayıf otorite güçlü bireysel özgürlükler yönünde ilerlemesi kollektif tinin yükselmesiyle mümkün olabilecektir. Buradaki anahtar nokta şudur, özgürlükleri istismar edildiğinde toplum kararlı bir tepki gösterecek bilince erişemediyse, o özgürlükler toplumda uzun süre kalmayabilir.
Sert zamanlar o zamanlarda yaşayabilecek insanları ortaya çıkaracaktır ve muhtemeldir ki bu insanlar ilkel ve güçlü bir düzen kuracaklardır. Modern dünyadan bakınca korkunç görünen ama kendi içinde mantığı olan, korkunç ama yaşama fırsat veren bir düzen. Örneğin kabilelerde bir kabile üyesine yapılan saldırı tüm kabileye yapılmış sayılacağından iş kabileler kan davasına dönebilir. Bununla beraber kabile üyeleri bunları bildikleri için sükunetlerini korumak zorunda kalabilir. Kan davası korkunç olmakla beraber belki kriz durumlarının ortaya çıkmasını büyük ölçüde engelliyordur da. En azından şehirler Gotham City’ye dönmüyorlardır. İlkel toplumlar arasında kadın ve erkek arasındaki keskin ayrım modern dünyadan bakıldığında ilkel görünebilir fakat bu düzen insanları olası istenmeyen “temaslardan” ve belalardan koruyor olabilir. İnsanlığın evrimsel gelişimi göz önüne alındığında bu örnekler kulağa o kadar tuhaf gelmemelidir. Şartlar olgunlaştığında tekamül nasılsa başlayacaktır.
Bir Cevap Yazın